in ,

Amalgam Dolgu Otoimmun hastalıklar ile ilişkisi

Otoimmün hastalıkların bir çok bulmaca parçası vardır. Öyle ki, bu bulmaca parçalarının bir tanesini bile çözümsüz bırakmak, otoimmün hastalığınızın kısmen veya bazen hiç iyileşmemesine neden olabilir.

Ne yazık ki, konvansiyonel diş hekimlerinin ve konvansiyonel tıp hekimlerinin çoğu tarafından göz ardı edilen ve aslında pek bilinmeyen, ancak, bazen otoimmün hastalığı olan kişilerde,  en temel kök nedenlerden biri olabilen neden de diş ile ilgili toksik maddelerdir.

Toksik diş tedavileri sadece otoimmün hastalıkların değil, birçok sistemik ve tedavisi imkansız sanılan kronik, komplike ve sistemik hastalıkların da en temel altta yatan nedenlerinden biridir.

Bu makalede diş ile ilgili toksik (zehirli) maddelerin otoimmün hastalıklar ile ilişkisini ele almak isteriz. Bu makale konu ile ilgili türkçe ele alınmış yeni bilgileri içeren bir makale olması açısından her satırını dikkatlice okumanız rica olunur.

Kendisi toksik (zehirli) olan veya toksisisteye neden olan diş ile ilgili en temel maddeler, cıvalı amalgam dolgular, nikel kaplamalar, bio-uyumu olmayan kompozit dolgular, kanal tedavili ölü dişler, bu dişlerin etrafını saran ölü bağ olan periodontal ligamentler, kavitasyonlar ve diş implantlarıdır.

Diş ile ilgili toksik maddelerin nasıl otoimmün hastalıklara yol açtığı ile ilgili makalemizi, dünyaca ünlü Dr. Hal Huggins’in kurduğu Toksik Elementleri Araştırma Vakfı’nın yapmış olduğu çok önemli bir çalışma ile başlıyoruz.  Sözü şimdi Toxic Element Research Foundation (TERF), yani Toksik Elementleri Araştırma Vakfına bırakıyorum:

“KAN VE DNA BİLGİLERİ, DİŞ İLE İLGİLİ MADDELERİN OTOİMMÜN HASTALIKLARA YOL AÇABİLDİĞİNİ GÖSTERİYOR

Tedavi edilemeyen otoimmün hastalıkların, diş müdahaleleri ile iyileşme kaydetmesi ile ilgili gözlemler, diş hekimliğinde kullanılan toksik (zehirli) maddeler ile otoimmün hastalıkların oluşumu  arasındaki ilişki hakkında bilimsel çalışma yapmaya teşvik etmiştir. Öyleki bazı otoimmün hastalıklar, gerçekten “diş ile ilgili”dir ve “tıbbi” değildir. Ama hastanın tedaviye yanıtını en iyi şekilde düzenlemek ve hastalığı ortadan kaldırmak için her iki mesleğin en yüksek çabalarına ihtiyaç vardır. Bu, özerklik üzerine düşmanlık oluşturdu. Bunun anlamı şudur: Profesyönel Rekabet. Peki, sonuçta kim kazanır ? Hiç kimse. Kim kaybeder ? Herkes. (1)

Toksik Element Araştırma Vakfının hedefi, gözlemlerini kan kimyasındaki değişiklikler üzerinden bilimsel bir şekilde açıklamaktır. Bu vakıf, adı bilinmeyen bir filozofun şu düşünme tarzı ile düşünmeyi teşvik eder: “Eğer yaptıysan, eski haline döndür”. (2)

DİŞ HEKİMLİĞİNDE KULLANILAN MADDELER NASIL OTOİMMÜN HASTALIKLARA YOL AÇAR ?

Otoimmün hastalıkar veya kişinin kendi bağışıklık sisteminin kendisini yok ettiği durumlar her geçen yıl daha da yaygınlaşıyor. Bazı çeşitleri yıllık %10 gibi artış göstermektedir. ALS (amyotrofik lateral skleroz) ya da diğer ismiyle Lou  Gehrig’in hastalığı (20 yıl önce nispeten bilinmiyordu) bunlardan biridir. ALS insanın maruz kalabileceği en kısır hastalıklardan birisidir. ALS hastalığı, yıllık başlangıç sayılarına baktığımızda, Multiple Skleroz (MS) hastalığından daha da yaygınlaşma başlamıştır. Peki bunun nedeni nedir ? Bunun nedenleri her yıl daha da netleşmeye başlamıştır ve sonuç o dur ki bu hastalık çözümsüz bir hastalık değildir.

Otoimmün hastalıklardaki “oto” kelimesi size işaret ederken “immün” ise immün (bağışıklık) sistemine veya kan dolaşımınızda dolaşan beyaz kan hücrelerine işaret eder. Otoimmün hastalıklarda olan odur ki; sizin beyaz kan hücreleriniz kendi hücrelerinize saldırır ve onları yok eder. Sizin kendi sinir sisteminiz, hormonal sisteminiz kısaca herhangi bir hücreniz immün (bağışıklık) sisteminiz tarafından düzenlenen saldırının hedefi haline gelebilir. Şuanda yapılan tedavi nedir ? Kendi iyi dokularınızı öldüren immün (bağışıklık) sisteminizin hücrelerini öldürmek.

Toksik Element Araştırma Vakfı (TERF), toksik bir metalin veya toksik bir kimyasalın normal bir hücreye bağlanması halinde bu hücrenin “öz hücre” konumundan “öz olmayan hücre” konumuna dönüştüğünü keşfetmiştir. Diş hekimliğinde kullanılan birçok maddenin bu dönüşümü sağladığı ve böylece otoimmün hastalıkların oluşumuna neden olduğu kanıtlanmıştır. Otoimmün hastalıkları bilinen bir tetikleyicisi olan cıva, gümüş cıva diş dolgularından 7 gün 24 saat boyunca salınmaktadır ve öyle yüksek dozda salınmaktadır ki, bu doz bu reaksiyona neden olacak kadar yeterli büyüklüktedir. İlave olarak, kanal tedavisi yapılmış tüm dişlerin ve bu dişlere bağlı olan periodontal bağların birden fazla anaerobik bakteri içerdiği de keşfedilmiştir. Bu, nedensel çalışmalar için başka bir kapıyı açmıştır. Zamanımızın diş hekimliği, üyelerine, her yıl 60 milyon kanal tedavisi yapmalarını “önermektedir”. Bu toksisitenin (zehirlenmelerin) bu şekilde çığ gibi yayılması daha çok tedavi edilemeyen otoimmün hastalıklara neden olmaktadır. Toksik Element Araştırma Vakfı (TERF) konuşmacısı Hal Huggins, DDS, MS, bunu şöyle açıklıyor:

Otoimmün hastalıklar ile 40 yıldır uğraşmam sonucu farklı düşünmeme başladım. İmmün (bağışıklık) sistemi herkesin dostudur. 80’lerin sonlarına doğru üniversiteye tekrar dönüp immünoloji ve toksikolojiyinin önemi üzerinde duran ek bir derece almak benim birkaç yılımı aldı. Peki bunu neden yaptım ? Çünkü diş dolgularının birçok otoimmün hastalıklar ile ilişkisi benim için daha belirgin hale gelmişti. Bu mümkün müdür ? Hem diş hekimliği hem de immünoloji üzerine aldığım eğitim ve binlerce hasta üzerindeki gözlemlemelerim bu ikisi arasında ilişki olduğu kanaatine varmamı sağladı. Otoimmün hastalıkların bu potansiyel nedenlerini ortadan kaldırıp, immün (bağışıklık) sistemini öldürmek yerine onun iyileşmesini desteklediğinizde, otoimmün hastalığı olan kişilerin belirtilerinde gerileme ve kan tetkiklerindeki düzelmelerin meydana gelmesi, bu kanaatimi daha çok pekişti. İmmünoloji üzerine aldığım eğitim, diş hekimliği ve tıp arasında köprü oluşturdu. Bu köprü, bana otoimmün hastalığı olan insanların durumlarının düzelmesinin münkün olduğunu ve birçok otoimmün hastalıktan korunabilmenin mümkün olduğunu da güçlü bir şekilde gösterdi. Bu köprü, iki meslek arasında düşmanlık oluşturdu, çünkü her biri kendi özerkliğini sürdürmek istedi. Gerçek o dur ki bu “tıbbi” hastalıklar gerçekte “diş ile ilgili” olabilir ve tedavi her iki mesleğin takdim edebileceği en iyi seçenekleri kapsamalıdır. Hasta ilk önce “ilk önce zarar verme” ilkesini düşünmelidir. İkinci şey ise “Eğer yaptıysan, tekrar geri döndür” kuralı olmalıdır.

Neden birçok otoimmün hastalığı diş menşelidir diyorum ?

Gelin otoimmün hastalıkların nasıl oluştuğuna bakalım. Hücrelerimizin çoğu kişisel lisans plakasına sahiptir. Buna temel doku-uygunluğu bileşeni, yani Majör Histokompatibilite Kompleksi (MHC) denir. Bu 5 haneli kod bizim genetik kimlik numaramızdır. Bizim immün (bağışıklık) sistemimiz, vücudumuzda herhangi bir işgalci olup olmadığından emin olmak için, 30 trilyon hücremizi günde 3 kez kontrol eder. İşgalci olarak kıymığı örnek verebiliriz. Size batan bir kıymığın, MHC kimlik kodu yoktur ve bu yüzden beyaz kan hücreleri size batan kıymığa hücum eder, onu eritir ve ortadan temizler. İşte bu şekilde iyileşirsiniz.

Diş hekimliğinde kullanılan maddeler ile ilgili problem en yaygın olarak cıva dolguları ile ilgilidir. Ancak, diş hekimliğinde kullanılan birçok başka madde de (özellikle anaerobik bakteri içeren kanal tedavisi yapılmış dişler) aynı olayın meydana gelmesine neden olmaktadır. Yaygın olan “gümüş renk” diş dolguları gerçekte %50 cıva içermektedir. Cıva, bu dolgulardan, yemek yerken basınç ile, sıcak bir içecek içerken veya sıcak bir gıda yerken ısı ile ve her dolgu, 5 farklı metalin “elekrolit” içinde veya elektrik akımını ileten (tükürük gibi) bir solüsyon içinde olduğundan elektriksel olarak açığa çıkar. Bu dolgular aslında cıvayı 7 gün 24 saat sızdıran ufak pil gibidir. Ne kadar mı ? Singapurda Dr. Chew’in (diş hekimi değil) yaptığı bir çalışmaya göre her bir dolgu her gün 34 mikrogram cıva sızdırır. Peki, sinir hücrelerinde otoimmün bir yanıtın oluşabilmesi için ne kadar cıva alımı gerekir ? Arkansas üniversitesinden Dr. Louis Chang’a göre 1 mikrogram bunun için yeterlidir. Ortalama bir amerikalıda ortalama 8 dolgu olduğunu düşünürsek, 8 kere 34 mikrogram immün (bağışıklık) sistemi için oldukça ciddi bir meydan okumadır.

Otoimmün bir hastalık şu senorya ile gelişir. Bir atom cıva (C) dolgudan sızar. Buhar formunda olduğu için akciğerlere gider. Akciğerlerden kan dolaşımına gider ve böylece tüm vücuda giriş sağlar. Cıva, özellikle sinir sistemini çekici bulur. Yüzeyinde sülfür molekülü olan güzel bir sinir hücresi bulduktan sonra bu sülfür moleküllerine bağlanır. Bu olay o sinir hücresinin MHC olarak bilinen Majör Histokompatibilite Kompleksini (Temel Doku-Uygunluğu Bileşenini) değiştirir. Bu sinir hücresi bu etaptan sonra sizin öz hücreniz değildir. Artık yabancı kodlu yabancı bir hücre’ye dönüşmüştür ve böylece yok edilmelidir.

Lenfositler, beyaz kan hücrelerinin bir çeşididir. Bunların görevi yabancı hücreleri aramaktır. Dün 5 kodlu olan sizin sinir hücreniz “L-e-y-l-a”, şimdi “LeylaK” olmuştur yani artık bir işgalci haline dönüşmüştür. Vücutta birçok tescilli marka listesi vardır. Bu lenfositler bu markalardan birinin kesesinden bir “bayrak” alır ve yabancı hücre olan Leylak hücresine bunu asar. Bir müddet sonra bir nötrofil (adı uzun olduğu için kısaca buna PMN denir) yüzer ve sinyalleri ile bu üzerinde bayrak olan işgalciyi yok etmeye odaklanır ve bu işgalciyi yutar. İşgalciyi yutmak için etrafını tamamı ile sarması ve onu iç hücresine çekmesi gerekir. İmmünoloji dilinde buna “PMN, şu an işgalci olarak tanımlanan hücreyi fagozite etti” denir. PMN’nin içinde artık işgalci vardır. Bizim durumumuzda bu “Leyla” kodundaki sinir hücresi ve ona bağlanmış olan 1 atom cıvadır. Enzim denilen kimyasallar “LeylaK” kodlu hücreye onu eritmek üzere saldırır. Bu işgalci “sindirilip” minik kimyasal parçacıklar haline dönüştürüldükten sonra, beyaz kan hücresi olan PMN tarafından, karaciğer ve böbrekler ile atılmak üzere kan dolaşımına salınır. “LeylaK” kodlu ve eskiden “Leyla” kodundaki sinir hücresi artık yoktur. Leyla’nın şimdi otoimmün hastalığı vardır. PMN’ler cıvanın istila ettiği sinir hücrelerini yok etmektedir. Şimdi bu yüzden ölüme mi mahkum edilmedilir ? Günümüzün ilkelerine göre evet. Diğer seçeneklere göre hayır. O restore edilebilir.

Peki, tek kötü kişi cıva mıdır? Elbette hayır. Diş hekimliğinde kullanılan birçok metaller (bakır, nikel, berilyum, alüminyum) potansiyel olarak aynı sahnenin oynanmasına neden olabilir. Bir asır önce periodontal ligamentte yaşayan bakteriler de aynı şeyleri yapabilmek ile suçlanmıştı. Bugünün DNA ile etiketleme çalışmaları anaerobik bakterilerin periodontal ligamentte varlığını ve kendilerince iyi bir hayat sürdüklerini ama bizim de kötü yaşamamıza neden olduklarını teyit etmiştir.

img_disin-bolumleri1

Dişler kemiklere direkt olarak bağlı değildir. Dişlerden de kemiklerden de bazı lifler çıkar ve içiçe geçerek periodontal ligament denilen hamağı oluşturur. Ölen, ölmüş veya kanal tedavisi yapılmış dişler dünyanın en kötü anaerobik (oksijensiz ortamlarda daha iyi yaşayabilen) bakterileri üretir. Bu bakteriler besinlerinin hazır olduğu periodontal ligamentlere taşınır ve ne antibiyotikler ne de beyaz kan hücreleri artık onları orada rahatsız edemez.

Bazen bir bakteriyel ürün bile bir hastalığa yol açabilir. Buna örnek kızamık virüsleri, polio virüsleri ve strep pnömonidir. Tıp bazı yıllar önce böyleydi. Bir mikrop, bir hastalık ve tedavi için bir ilaç. Bugün ise, görünen o ki, bakteri grupları ele ele verip, diş ile ilgili toksik (zehirli) maddelerin yardımı ile sağlığa saldırmaktadırlar. Belirli bir protokol çerçevesinde, diş ile ilgili toksinler (zehirler) ortadan kaldırıldığında, kan tetkiklerindeki – özellikle bağışıklık sistemi ile ilgili – değişiklikler gözlemlendiğinde bu belirgin bir hale gelmiştir. Ancak bu protokolü biraz doğru uygulamazsan bakteriler her zaman kazanır. (3)

Artık bu teke tek bir savaş değildir. Bugün otoimmün hastalıklarından artış gösteren en kötü hastalığa bakmak istersek – ki benim fikrimce bu Lou Gehrig’in hastalığıdır – bu hastalığın oluşumunda bir ekip işbirliğinin olduğunu görürüz. Kanal tedavisi yapılmış dişler, DNA testinden geçirildi ve 1 diş yerinde 50 değişik anaerobik bakteri bulundu. Bu bakteriler temel olarak ligamentlerde bulundu.

Kavitasyonlar kemik bölgesinde bulunan çukurumsu bir bozukluktur. Genelde 20 yaş dişleri çekilmesinden sonra oluşur ve genelde sık sık anaerobik bakteriler ile kaplıdır. Sizce ne kadar ? On tane bile bazı vakalarda çoktur. Ama ALS gibi vakalarda, güncel DNA araştırmamız sonucu 50’den fazla ve bazen 75 farklı bakterinin bu kemiksel bozukluk bölgesinde bulunduğu tespit edildi. Vücut bu kadar çok meydan okumaya karşı kendisini nasıl koruyabilir ? Cevap: Koruyamaz.

SONUÇ: Neden cıvayı kullanmayı bırakmıyoruz? Neden 20 yaş dişleri, ölü dişleri veya kanal tedavisi yapılmış dişleri  çekerken periodontal ligamentleri de çıkartmıyoruz? Cerrahi işlem bittikten sonra ligamentleri çıkartmak sadece 3 veya 4 dakika alır ama otoimmün hastalıkların yol açtığı yavaş ölümün acısını ve ızdırabını teskin edebilir. Kanal tedavilerin maddi getirimleri mi sizin için daha ödüllendirici yoksa size güvenen bir hastayı hayatı boyunca otoimmün hastalıklar ile boğuşmaktan kurtarmak mı ? Otoimmün hastalıkları sadece cıvadan veya kanal tedavilerinden dolayı oluşmuyor ama hangi oran kabul edilebilir ki ? Otoimmün tepkiler kişinin ağzındaki cıva veya kanal tedavisi yapılmış dişler ile tespit edilebilir. Yaşınıza göre direnciniz nasıl ? Gelecek yıl daha çok mu yaşlanmak istersiniz yoksa sağlıklı mı kalmak istersiniz ? Seçim sizin.” (4)

Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, otoimmün hastalıklarda, bağışıklık sistemimiz kafayı yeyip şaşırmıyor. O, sadece üzerine düşen vazifeyi yapıyor. Üzerine düşen vazifeyi yapan bağışıklık sistemimize “kapa çeneni” deyip kortizon vb. “ilaç” zannedilen toksik kimyasallar ile susturmaya çalışmak sizce ne kadar mantıklıdır ? Ama kendini modern lanse eden ve bilimsel olduğunu yutturmaya çalışan konvansiyonel batı tıbbının yaptığı aynen budur. İmmün sistemi yani bağışıklık sistemi onlara göre çığırından çıkmıştır ve bunun nedeni araştırılmaz. Onlara göre tek çare bu çığırından çıkan immün sistemini yani bağışıklık sisteminizi susturmaktır. Ancak, asıl ve doğru çözüm hücrelerinizi bu farklı toksinlerin istilasından kurtarıp, detoksifikasyon sisteminizi onarmak ve bu şekilde immün sisteminize yani bağışıklık sisteminize ve sonunda kendinize rahat uyku sağlamaktır.

Otoimmün hastalıklara neden olabilen bir başka diş ile ilgili madde ise diş implantlarıdır. Holistik (bütünsel) diş hekimlerinin, titanyum gibi metal diş implantları başta olmak üzere, tüm diş implantlarının da otoimmün hastalıklara neden olabileceği yönünde görüşleri ve bilimsel çalışmaları vardır. (5)

Dr. Robert Kulacz (D.D.S.) ve Dr. Thomas E. Levy’nin (M.D., J.D.) ortak kaleme aldıkları “Hastalığın Kökleri, Diş Hekimliği ve Tıbbın Birleştirilmesi” adlı kitaplarından (sayfa 120) bunu şu şekilde izah ederler:

“Diş implantları ile ilgili diğer bir sorununda bu işlemin kendisi ile ilgili olduğu gözükmektedir. Kemiklerin ürediği bir bölgeye yabancı bir maddeyi bilerek sokmanın sonucunda, vücudun verdiği bazı tepkiler, tahmin edilen ve beklenen bir sonuçtur. Diş implantı uygulanan her hastanın bağışıklık sistemi, bu çene kemiğine sokulan yabancı maddeye karşı her zaman farklı derecede tepki gösterecektir. Bağışıklık sistemi de zaten bu işlem için dizayn edilmiştir. İmplantlardan metalik iyonlar salınıp, vücuttaki normal dokulara bağlandığında, bu tepki, otoimmün bir hal alacaktır. Tüm hastalar, çene kemiklerine sokulan malzemelere karşı aynı tepkiyi göstermese belirli derecelerde etkileşim her zaman beklenmektedir. Dahası, başka hastalıklardan dolayı bağışıklık sistemleri ciddi derece zayıflamış kişilere, bir veya birden fazla diş implantı sokularak, bağışıklık sistemlerine açılan ek meydan okumalar çok ciddi klinik sonuçlara yol açabilir. İmplantların çoğunun zehirli etkilerinin otoimmün tepkinin ötesinde olduğu da iyice bilinmelidir.” (6)

Öte yandan, Toksik Elemetleri Araştırma Vakfının, diş implantlarının zararları ile ilgili hazırlardıkları bir yayından çok çarpıcı bir bölümü aktarmak isterim.

“Kolorado Üniversitende Profesör olarak ve ilerleyen zamanda dekan olarak görev yapmış Dr. Douglas Swartzendruber’a “Diş implantları ne kadar güvenilir?” sorusu yöneltilmiştir. Prof. Dr. Douglas Swartzendruber, diş hekimliğinde kullanılan malzemelerin, bağışıklığın kandaki tepkisine göre, güvenli olup olmadığını test eden kan tahlilini geliştiren ekipte denetleyici olarak görev yapmıştır. Ona yöneltilen bu soru, özellikle bağışıklığın tepki göstermediği metaller ile ilgiliydi ve bağışıklığın tepki göstermediği bu metallerin implant olarak kullanımının kabul edilebilir olacağı düşünülerek böyle bir soru yöneltilmişti. Prof. Dr. Douglas Swartzendruber’ın cevabı şaşırtıcı idi:

“Kemiklerin içine yerleştirilen her şey otoimmün yanıta neden olur. Tek fark bu yanıtın oluşması için gereken vakittir”.

Bunun üzerine ona “Otoimmün hastalıkları mı kastediyorsun?” diye sorulduğunda, o da “Otoimmün yanıtın anlamı da budur” diye cevap verdi.

Bunun üzerine ona “Kandaki bağışıklık uyumu testi bunların güvenli olduğunu göstermiyor mu?” diye sorulduğunda ise, o şu şekilde cevap vermiştir:

“Bunları ağız içinde köprü veya diş tacı (kron) olarak kullanmakta bir sorun yoktur. Bu şekilde kullanıldığında bunlar vücudun dışındadır. Ancak, kemiklere, herhangi birşey yerleştirdiğinizde, bağışıklık sisteminin “sen kemik olarak kayıtlı değilsin, yani yabancı bir cisimsin ve bu yüzden kaldırılman gerekir” diyerek, “otoimmün bir tepki” oluşturmasına neden olursunuz.” (5)

Diş implantlarının, otoimmün hastalıkların ötesinde sağlığa verdiği ciddi zararları da farklı bir makalede daha detaylı ele almak isteriz.

Sonuç olarak, diş tedavisinde, genel olarak, mutlaka bio-uyumlu yani vücuda maddesel olarak zarar vermeyen malzemeler kullanmak gerekir. Bu da yetmeyebilir, çünkü farklı maddeler genel anlamda bio-uyumlu olsa da, bazı kişilerin bağışıklık sistemlerine uyumlu olmayabilir. Holistik (bütünsel) diş hekimliği kişiye özel bir yaklaşım olduğu için kişiye özel ayrıntılar da mutlaka her zaman bulunmaktadır.

Şunu da bilmelisiniz ki, cıvalı amalgam dolgular gibi, ağzınızda önceden bilmeyerek bulundurduğunuz toksik maddeleri, standart yöntemler ile ağzınızdan çıkartmak, hastalığınızın daha da kötüye gitmesine neden olabilir. Özellikle cıvalı gümüş dolgular, ağızdan, doğru ve özel yöntemler ile çıkartılmaz ise, bu hem diş hekimine hem de hastaya ciddi zararlara yol açabilir. Çünkü uygulanan standart işlem sırasında, havaya ve hastanın ağzının içine parçacık ve buhar olarak ciddi anlamda cıva salınımı meydana gelmektedir. Dolayısıyla hem tedavi ortamı için, hem hasta için, hem de holistik diş hekimi için özel güvenlik önlemleri alınmalıdır.

Bu güvenlik önlemlerinin en meşhuru, Dr. Huggins’in geliştirdiği özel güvenlik önlemleridir (Dr. Huggins’in, cıvalı amalgamı sökme öncesi uyguladığı intravenöz sentetik c vitamini tedavisini önermediğimi de burada belirtmek isterim. Bunun daha doğal alternatifleri vardır. Burada işlem esnası uygulanan önlemlerden bahsetmekteyim, tedavilerden değil. Yoksa bağışıklık sistemini destekleyici tedaviler kişiye özel olarak ve bu bireyi bütüncül olarak teşhis eden hekimin işidir).

International Academy of Oral Medicine and Toxicology (IAOMT) yani Uluslararası Oral Tıp ve Toksikoloji Akademisi de, Safe Mercury Amalgam Removal Technique (SMART) yani Güvenli Amalgam Sökme Tekniği kısaltması olan SMART tekniğini geliştirmiştir. SMART tekniği yıllar boyunca geliştirilerek, son olarak 6 aralık 2016’da 172 adet bilimsel çalışmaya dayanarak güncellenmiştir.

Çok araştırmama rağmen ülkemizde ne yazık ki ne Dr. Hal Huggins’in tavsiye ettiği önlemlerin tamamını ne de Uluslararası Oral Tıp ve Toksikoloji Akademisi’nin 172 bilimsel kaynağa dayanarak geliştirmiş olduğu SMART tekniğini uygulayan hiç bir diş hekimi bulamadım. Umarız çok yakında ülkemizde hem SMART tekniğini hem de Dr. Hal Huggins’in tavsiye ettiği önlemleri uygulayan diş hekimlerini bulma fırsatımız olur. Zira sadece rubber dam takıp soğuk işlem uygulamak ile holistik (bütünsel) diş hekimi olunmaz.

Aşşağıdaki şu resimler, size, cıvalı amalgamı sökme işlemi esnasında uygulanan güvenlik önlemlerinin ciddiyetini bir nebze olsun hissettirebilir.

RESİMLERİ BÜYÜLTMEK İÇİN ÜZERLERİNE TIKLAYINIZ

img_amalgam-sokumu1

img_amalgam-sokumu2

img_amalgam-sokumu3

img_amalgam-sokumu4

img_amalgam-sokumu5

img_amalgam-sokumu6

img_amalgam-sokumu7
Ayrıca, işlem sırasında alınacak önlemler de yetmeyebilir. Zira, bu gibi toksik maddeleri, ağızdan çıkartmadan önce, mutlaka vücudun farklı dokularında birikmiş olan, toksik ağır metalleri vücuttan güvenli yöntemler ile arındırmaktan ve bağışıklık sistemini doğru ve etkin bir şekilde dengeleyip güçlendirilmekten anlayan bütüncül bir tıp hekiminin tedavisi de gerekebilir.

İntegratif ve bütünsel bakışı benimsemiş fonksiyonel bir hekim olarak holistik (bütünsel) diş hekimliği ile ilgili ele aldığım tüm makalelerde şunu önemle tekrar tekrar vurgulamak istiyorum. Özellikle kronik bir hastalığınız var ise, diş ile ilgili toksik maddelerin temizlenmesi ile ilgili tedaviler, multi-disipliner yani çok branşlı bir yaklaşım gerektirir. Yani bu bir ekip işidir. Bu ekipte hem holistik bir diş hekiminin, hem de bütüncül bir hekimin bulunması şarttır. Bazen, postüroloji ve manuel terapi uzmanları gibi farklı ek branşlar da gerekebilir. Her birinin farklı rolleri olduğu gibi, ortak almaları gereken kararlar ve bazen de holistik diş hekiminin ve diğer branşların, bütüncül tıp hekiminin kararına uyması gereken durumlar da vardır. Doğru ve sağlıklı sonuçlara ancak, uyumla, doğru bilgiler ve doğru aşamalar doğrultusunda yapılan bir ekip çalışması ile ulaşabilirsiniz. Aksi takdirde hastalığınız çok daha kötüye gidebilir.

Unutmamak gerekir ki, özellikle diş sağlığı ile ilgili doğru bilgilere ve bu bilgileri kişiye özel en doğru şekilde uygulayan hekimlere ulaşmak ta büyük bir nimettir. Zira, özellikle sanat sahibi ve doğru bilgiler ile donanmış gerçek holistik (bütünsel) diş hekimleri bu devirde elle sayılacak kadar azdır. Aramak önemlidir ama bunları bulmak sadece aramak ile de olmaz. Şifâyı veren ve şifânın nedenlerini kolaylaştıran ALLAH’A yönelip, doğru bilgilere ve sanat sahibi gerçek hekimlere ulaşmak için dua etmemiz ve günahlarımızdan arınınmaya çalışıp, Rabbimizin bize verdiği nimetleri hatırlayıp şükreden bir kul olmaya çalışmamız da çok önemlidir.  Çünkü ALLAH dilemedikçe sürekli eksik ve yanlış bilgilere ve sürekli yanlış uygulayıcılara denk geliriz.

Ancak, böyle bir ekibe muvaffak olmadan önce diş ile ilgili zararlı maddelerin ve yanlış tedavilerin zararlı etkilerini azaltmak için herkesin hayat boyu uygulayabileceği temel 3 şey şudur:

1- Toksinlerden uzak durmak. Zira diş ile ilgili toksik maddelerin saçtığı tehlike vücuda yeter de artar da. Ateşe benzin dökercesine buna ilave yapmamak için toksik gıdalar, çevresel toksinler ve duygusal toksinler başta olmak üzere tüm toksinlerden elden geldiğince uzak durmak gerekir.

2- Ağız ve diş temizliğine aksatmadan özen göstermek.

3- Dozunda alınan zengin montmorillonit mineralli tıbbi bentonit kildir. Bunun 5 şekilde alınması gerekir:

  • Dahili olarak su ile seyreltilmiş şekilde.
  • Harici olarak tüm vücuda uygulama şekli ile.
  • Çekme yöntemi ile. Yani ağızda iyice bir miktar 20-30 dk bekletilip tükürülür.
  • Gargara yöntemi ile. Özellikle boğazdaki bakterileri kendisine çekmesi için.
  • Diş macunu olarak yemeklerden önce ve sonra.

Tıbbi bentonit kil, ağızda kullanılan farklı metallerden salınan toksik ağır metal iyonlarını, anaerobik bakterileri ve bu bakterilerin ürettiği toksik maddeleri sünger gibi içine çekerek (absorbsiyon ederek) ve mucizevi bir şekilde mıknatıs gibi kendi üzerine çekerek (adsorbsiyon ederek) başka hiçbir doğal maddenin yapamadığı çifte bir mekanizma ile yan etkisiz bir şekilde en güvenli detoksu sağlar. O kadar güvenlidir ki, montrmorillonit mineralinden zengin tıbbi bir bentonit kili dozunda alındığı sürece çocuklar ve hamileler bile zerre endişe etmeden hayat boyu tüketebilir.

Elbette tıbbi bentonit kil tek başına tedavide yeterli değildir. Çünkü bataklığı kurutup ağız içindeki bozucu alan oluşumuna neden olan tüm toksik maddelerin kişiye uygun tedaviler ve kişiye uygun aşamalar ile yok edilmesi ve kişiye özel bio-uyumlu alternatifler kullanılmalıdır. Bu da yetmez, bu zararlı maddelerin vücudun diğer doku ve organlarına verdiği zararlar da yine kişiye uygun tedaviler ve kişiye uygun aşamalar ile fonksiyonel ve bütünsel olarak tedavi edilmelidir.

Makalemi, Dr. Robert Kulacz (D.D.S.) ve Dr. Thomas E. Levy’nin (M.D., J.D.) ortak kaleme aldıkları “Hastalığın Kökleri, Diş Hekimliği ve Tıbbın Birleştirilmesi” adlı kitaplarından (sayfa 57-58) şu alıntı ile bitirmek istiyorum:

“Cıvalı amalgam gibi zehirli diş malzemeleri, floridasyon ve kanal tedavileri gibi zehirli diş tedavileri ile ilgili kritik bilgiler, henüz ne halka ne de tedavi yapan diş hekimlerine etkili bir şekilde ulaşmamıştır. Dahası, bu bilgilendirilmeyen diş hekimleri, kendi öğrendiklerine zıt düşen tüm bilimsel araştırmalara karşı ilgisiz kalma eğilimindedirler. Bu aynı Einstein’ın şu sözü gibidir: “Sadece az sayıda kişi, sosyal çevrelerinin önyargılarına zıt düşünceleri sakin bir şekilde ifade edebilir. İnsanların çoğu böyle bir görüşe sahip olmaktan acizdir”. Diş hekimliğinin şu anki konumu aynen böyledir. Görünen odur ki, çok sayıda diş hekimi tek başlarına düşünmek istemezler. Onun yerine sırf Amerikan Dişhekimleri Birliği’nin (ADA) emirlerini takip ederek bunun en güncel bakım standartı olduğunu zannederler. Ne yazık ki, bu bakım standartı, güncel olarak kayda geçmiş bilimsel gerçekler ile kıyaslandığında, bunun çoğu kez, kusurlu, yanıltıcı ve bazen açık bir şekilde yanlış bilgilere dayanan bir bakım standartı olduğu ortaya çıkar. Dünya literatüründeki bilimsel araştırmaları klinik uygulamalara dahil edememekte bir başarısızlık  sözkonusudur ve bu başarısızlık rutin bir şekilde devam etmektedir. Diş hekimliği mesleği, mevcut durumda kullanılan malzemeleri ve işlemleri şiddetle desteklemektedir. Görünen o dur ki, diş hekimliği mesleği, bu mevcut durumdaki malzemelerin kullanımına ve işlemlerin uygulanmasına karar verirken, bu kararların halkın sağlığı ile ilgili ne gibi sonuçlara yol açacağını gözardı etmektedir. Çoğu amerikada bulunan sınırlı sayıdaki dergiler, yeni bir tedavi yöntemini desteklemediği veya eski bir tedavi yöntemini eleştirmediği sürece Amerikan diş hekimliğinde ciddi bir değişiklik olması pek beklenilmez.

İnsanlar, artık diş tedavilerinin muhtemel olumsuz sağlık sorunlarına yol açabileceğini önemle bilmeleri gerekir. Doktorlar, diş hastalıklarına, tıbbi hastalıkları ele aldıkları gibi bakmak konusunda eğitilmedikleri gibi, diş hekimleri de, ilgilerini belirli diş işlemlerine yoğunlaştırır ve bu işlemlerin vücudun kalan kısmını nasıl etkilediği ile ilgili ya hiç ilgilenmezler ya da bu konudaki ilgileri çok azdır. Bunun sonucunda, birçok diş hekimi, bazı sorunları tamir eden “diş marangozu” ya da tekniker durumuna düşerler. Bu diş hekimleri, tüm vücut ile ilişkili ağzı tedavi eden doktor olarak övünmek yerine, en belirgin şey olarak mekanik yetenekleri ile övünen kişiler haline gelirler.

Ancak şurada bir soru kendini sürekli hatırlatmaktadır: Eğer böyle birileri gerçekten var ise, kimler diş sağlığı ve vücudun genel sistemik sağlığı ile ilgili önemli ilişkiyi araştırmaktadır ? Kimler literatürü tarayıp Amerikan Dişhekimleri Birliğinin (ADA) veya herhangi başkasının dediklerinin doğru olup olmadığını araştırıyor ? Nasıl olurda ağzındaki bir diş tedavisinin vücudunun herhangi başka bir yerinde hastalık yapmadığından emin olabilirsiniz ? Tüm bu soruların cevabını vermeden önce bilmeniz gerekir ki, Birleşmiş Amerika Eyaletleri ülkesinde, Amerikan Dişhekimleri Birliği (ADA), hükümeti, insanları ve diş hekimlerini, civalı amalgam ve florit gibi diş hekimliğinde kullanılan maddelerin olumsuz sağlık etkileri hakkında aydınlatmamak ile birlikte onları yanlış yola sevketmektedir. Aynı şekilde ne diş hekimleri, ne de insanların çoğu, kanal tedavisi işleminden meydana gelen muazzam zehirli etkiler hakkında hiç bir bilgiye sahip değildir. Eğer Amerikan Dişhekimleri Birliği (ADA) gerçekten bu diş hekimliğinin sağlık üzerindeki olumsuz etkileri hakkında bilgisi yok ise bu da aynı şekilde kabul edilemez. İşte bu bilgi eksikliği yüzünden ne doktorunuz, ne diş hekiminiz ağız sağlığı ve sistemik hastalıklar arasındaki karmaşık ilişki hakkında belirgin bir anlayışa sahip değildirler.” (6)

Hayırlı şifâlar dileğimle …

Cemil A. Sülemi
Bio-Dostu İntegratif Tıp Uzmanı
Hekim | Danışman | Araştırmacı | Yazar

Dipnot:

(1) “Diş ile ilgili” ve “tıbbi” ayırımına katılmıyorum. Bütüncül bir hekim, diş hekimleri gibi uygulamalı diş işlemleri konusunda eğitimi olmasa da, diş muayenesi konusunda genel anlamda eğitimi olmalıdır. Vücut bir bütündür. Diş ile ilgili ve tıp ile ilgili diye ayırım yapmak hatalıdır. Hepsi tıbbidir. Elbette, rekabet oluşmaması için, bütüncül tıp hekimleri ve bütüncül diş hekimleri çabalarını en iyi şekilde ve uyum içinde birleştirmelidir. Tıbbi diş müdahalelerin vakti, bu işlemlerin öncesinde, sonrasında ve esnasında kullanılan ilaçlar vb. birçok detay iki meslek arasında uyum içinde ve mutlaka bütüncül tıp hekimlerinin kontrolü ve takibi dahilinde yapılmalıdır. O yüzden sistemik hastalıklarda bütüncül tıp hekimleri onların uyarılarını dikkate alabilecek ve onların bütüncül tedavilerine uyum sağlayabilecek biyolojik diş hekimleri ile çalışmalıdırlar.

(2) “Eğer yaptıysan tekrar geri döndür” ilkesinden muhtemel kastı şudur. Hasta ilk önce zararsız tedavileri seçmeli ve ikinci ilke olarak tekrarlanabilirliğe sahip tedavileri seçmelidir. Bir kişide işe yaramış tedavileri değilde gerçekten tekrarlandığında aynı sonucu veren tedavilerin seçilmesini öneriyor. Bu doğrudur. Ancak, özellikle tedavi mekanizmalarını bilip kişiye özel tedavilerin yapılması daha doğrudur.

(3) Dr. Hal Huggins son cümlesinde tamamen haklıdır. Diş ile ilgili toksik maddeler, çok titiz bir tedavi protokolü ile temizlenmez ise hastalığı defetmek mümkün olmayabilir ve hatta hastalık daha  da kötüye gidebilir. O yüzden bu tür tedaviler çok hassastır ve hasta mutlaka toksik diş maddeleri ağzından uygun bir şekilde temizlenmeden önce buna hazırlanmalıdır. Bu hazırlık süreci benim tecrübeme göre kompleks vakalarda 3-6 ay gibi ciddi bir süre gerektirebilir. Ayrıca bu diş ile ilgili toksik maddeler ağızdan temizlendikten sonra da mutlaka kişinin immün sisteminin yani bağışıklık sisteminin restore edilmesine ve güçlendirilmesine, kişiye uygun bir şekilde aksatılmadan devam edilmedilir. Dr. Hal Huggins, Dr. Weston A. Price’tan sonra holistik (bütünsel) diş hekimliği konusunda en yaygın çalışma yapmış diş hekimidir. Kendi eğitimi ve tecrübesi ışığında bazı diş işlemleri öncesinde, esnasında ve sonrasında uyguladığı özel tedavi protokolü vardır. Diş işlemleri esnasındaki bazı uygulamalarına zararlı olduğundan dolayı karşı çıksak bile birçok özel uygulamaları takdire şayandır ve mutlaka önermekteyim. Genel anlamda diş işlemleri öncesi ve sonrası bağışıklık sistemini regüle etmenin ve toksik ağır metalleri vücuttan temizlenmesinin gerektiğine ben de önemle katılıyorum. Ancak, detaylara gelince Dr. Hal Huggins ile ayrıştığımız ciddi konular vardır. Zira Dr. Hal Huggins’in protokolündeki, immün sistemini regüle etmede ve güçlendirmede ve toksik ağır metalleri temizlemede kullandığı tedavi seçeneklerini bazen zayıf ve bazen zararlı ve yan etkili olarak gördüğümü de belirtmek isterim. Bu, bir makaleye sığamayacak kadar çok detay içerir.

(4) BLOOD AND DNA DATA SHOW DENTAL MATERIALS CAN CREATE AUTOIMMUNE DISEASES, Toxic Element Research Foundation (TERF).

(5) TOXIC ELEMENTS RESEARCH FOUNDATION DISCOVERS HIDDEN DANGERS WITHIN DENTAL IMPLANTS, Toxic Element Research Foundation (TERF).

(6) The Roots of Disease, Connecting Dentistry & Medicine, Robert Kulacz, D.D.S., Thomas E. Levy, M.D., J.D., 2002, Xlibris.

KONUT KREDİSİ KULLANIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?

Furkan Biçer – Aga Yak Yak (Official Video)